252. Hikmet

 


    
Ey âşıklar, salât söyleyin, ben söyleyeyim, 
O Mustafa iki cihân sultanını.
Ey ümmetler, hoş dinleyiniz, Hakk Rasulü, 
Sahâbeler gören düşün beyanını.

Bir gün Rasûl âhir demde ağırlaşıp yattı, 
Ecel kuşu o şu günde yakın yetti,
Ebû Bekr çok ağlayıp özden gitti, 
Söyleyiverdi ne ki, düşte gördüğünü.

Dedi: gözüm nûru idin, can rahatı, 
Sahâbeler desteği, hem kuvveti, 
Hasan-Hüseyin, Fâtıma’nın hem devleti,
İyi söyleyin zayıf kulun gördüğünü.

Görürüm ki, büyük sarık var başımda, 
Ahali dururdu çok karşımda,
Kayboldu o sarık bu başımda,
Bilmeyip kaldım nasıl ayrı olduğunu.

Rasûl dedi: o sarık, hürmet olacak, 
Başınızdan gider devlet Ahmed alacak, 
Benden sonra sizlere çok zahmet olacak, 
Ebû Bekir kıldı orada figânını.

İşte bu hâlde arslan Ömer geldi yetip, 
Gözlerinden kan yaş akıp, yaka yırtıp,
Hakk habîbin ayağını kucakladı öpüp,
O hem geldi dedi, nedir ki gördüğünü.

Yüzüğünüzü koymuştum ben elime,
Çok yârânlar hizmette idi o şu demde,
O şu yüzük kayboldu o şu yerde,
Bilmeyip kaldım nasıl ayrı olduğunu.

Rasûl dedi: o şu yüzük garîbtir,
Kaybolan yüzüğünüz Ahmed’dir,
Aranızda bu Muhammed rahmettir,
Hâzır dostlar kıldı orada figânını.

Bu durumda yetip geldi, görün, Osman,
Öz düşünden özü korkup, ağlamaklı,
İçi dışı Rasûl için yanmış,
Sordu Rasûl neden ağlamaklı olduğunu.

Dedi Osman: dayanağım, sevdiğim,
Düş görmüşüm, abdest alıp, Mushaf açtım, 
Okuyayım, dedim, harf âyeti yazılıp kaçtı, 
Tabir edin zayıf kulun gördüğünü.

Rasûl dedi: ben fakîri affediniz,
Mushaf benzeri kandil idim söndüreceğiniz, 
Benden sonra rahatlığı yitireceksiniz,
Aziz tutun şimdi kalan evladımı.

İşte bu demde feryâd vurup Ali yetdi, 
Cerahatli gönüllere mızrak değdi,
Rasûlullah ayağını göze sürdü,
Rasûl sordu onun ağlamaklı olduğunu.

Ali dedi: Gazâ içinde hazırlıklı idim,
Kâfirlere taş demir gibi karşı durdum,
Var boyumdan zırhım ayrı oldu gördüm, 
Söyleyiverdi şaşkın olup kaldığını.

Rasûl dedi: bu Muhammed zırhı alınca,
Bu günlerde uzak düşüp, ayrı olunca, 
Düşmanlara yüzleriniz sarı olunca,
Bu gam ile yer yutuyor arslanını.

Bu durumda Fâtıma-ı Zehrâ girip geldi, 
Babam diye ağlayıp, gözü yaşa doldu,
“Bin oğuldan üstün” dediği kızı geldi,
Çok ağlattı her kim hâzır durduğunu.

Dedi: benim dünyâ-ukbâ sevdiğim,
Fedâ olsun, ey baba, size canım,
Düş görmüşüm, tozup gitti giysilerim,
Nasıl olur işte bu düşün dermânını.

Rasûl dedi: Ciğerbendim, göresin mihnet,
Firkat ateşi ile bağrın olur zahmet,
Ben gittikten sonra çok çekersin dağ ve hasret, 
Şimdi gör izzet ile varacağını.

Şehzâdeler geldi orada ağlamaklı olup, 
Gözlerinin kadehi yaşla dolup,
Yüzünün rengi hazân benzeri, solup,
Rasûl sordu yüzlerinin solduğunu.

Dediler kim: iki cihân dayanağı,
Dünyâ, ukbâ ümmetlerin inandığı,
Hasan, Hüseyn sahâbeler güvendiği,
Ağzı varmayıp dedi ne kim gördüğünü.

Büyük babam oturdular taht üstünde,
O şu tahtı aşırdılar Arş üstünde,
Feryâd edip ağlamakta idik biz altında, 
Bundandır yüzlerimizin solduğu.

Rasûl dedi: tabut tahtını getireler,
O Sidretul-müntehâya yetireler,
Beni alıp melekler götüreler,
Hasan-Hüseyn kıldı orada figânını.

Otuz üç bin sahâbeler oldu giryân, 
Yürek-bağrı ateşe yanıp, oldu biryân,
Aîşe, Fâtıma çok kıldı nâlân,
Bilip Rasûl sefer kılır olduğunu.

Tâkatsiz olup Fâtıma çok ağladı,
Dostlarının yüreğini çok dağladı,
Azarlayıp Rasûl kulağına bir söz dedi,
Vâde verip sevindirdi kızcağızını.

Vâde budur, gözüm nûru, ey aydınlığım, 
Sabreyle, altı aydır bu ayrılığım,
Ondan sonra gelesin bana, ey gönlümün bağı, 
Seyr ederiz orada Hakk’ın bostanını.

Götürdü ölüm Âdem, Musâ Kelim’ini,
Nuhi Nebî, İbrâhim gibi Halil’ini,
Hepimizin aydınlığı o Habîbini,
Ey yârânlar, kaygısı yok kaldığını.

Ey yârânlar, Mustafa’yı çok yâd edin,
Adı çıksa, salât söyleyip, feryâd edin, 
Cehennemden özünüzü azâd edin,
Mevlâm sever er kulunun ağlayışını.

Bil şekerden tatlıdır dostun sözü,
Dostun sözü edilse, ağlar dostun gözü,
Kul Hoca Ahmed, Allah’ım kılınca iman nasibi, 
Er o olur, götürse oraya imanını.
    

sonraki
Divanı Hikmet görseller için
Resim Galerisi